“Neden söz ettiğini anlamıyorum.”
Keçilerin boyunlarındaki çanlar çaldı ve araba ileri geri
sallandı. “Bombalardan bahsediyorum! Hiç tarih kitabı okumaz mısın sen? Savaşın
başlarında onlara, dokundukları anda havaya uçsunlar diye yiyecek paketlerinin
içinde bombalar gönderdik.”
“Biz mi gönderdik?”
“Evet ya, büyüklerimiz gönderdi.” Başını sallayarak
koşumlara asıldı ve araba takırdayarak hareket etti. İki kız da, sanki çok
tehlikeli biriymişim gibi sıkı sıkı Bobby’ye sarılmışlardı.
“Tanrım, çok mutluyduk” diyordu babam. “Çocuklar gibiydik,
öyle masumduk ki haberimiz bile yoktu.”
“Neden haberiniz yoktu?”
“Yeterli olduğundan.”
“Neyin yeterli olduğundan?”
“Her şeyin. Her şeyimiz yeterince vardı. Şuradaki bir uçak
mı” sulanmış mavi gözleriyle bana baktı.
“Dur da miğferini takmana yardım edeyim.”
Kırılgan ellerini incitinceye dek miğfere şaplaklar attı.
“Kes şunu baba. Yeter artık!”
Artritli parmaklarıyla kayışın tokasını açmaya çalıştı;
fakat beceremeyeceğini anladı. Gözyaşları lekelerle kaplı ellerine düşüyordu.
Şimdi geriye dönüp o yaz nasıl olduğumuzu düşündüğümde,
yaşanan trajediden önce, babamın başından beri ne anlatmaya çalıştığına dair
bir fikir edinebiliyorum. Hem de söylemeye çalıştığı şeyin söylediği şey
olmadığını anlatmak için bir sürü zırvadan bahsetmesine rağmen. Gerçekten
söylemeye çalıştığı şey; ne pastalar;…
Sayfa-99-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder