…boğazımdan ancak güçsüz, ürkütücü bir hırıltı çıkabilmişti.
Bu kupkuru parmaklar, bu derisi büzülmüş eller benim miydi? Titremesini
engelleyemediğini ellerimi hafifçe kaldırdım.
Sonra sesim… Sesim de kısık çıkıyordu. Yoksa onlar mı
haklıydı? İhtiyar bir kadındım ben. Üstelik de deli! Kriz geçiren bir bunak…
Umutsuzluk gözyaşlarımı tutamadım. İçgüdüsel bir hareketle
ellerimi gözlerime götürmek için kaldırdığımda, vücudum bir an titredi,
iğrenmiştim. Elinde tepsiyle içeri Honoria, odanın ortasında durdu.
“Niçin ağlıyorsunuz?”
Sonra, sorusunun cevabını beklemeden, tepsiyi masanın
üzerine bırakarak, cebinden çıkardığı mendille gözyaşlarımı kuruladı.
“Üzülmenize hiç gerek yok madam. Artık iyileşmek üzeresiniz.
Eski gücünüzü kazandığınızda görecekseniz, her şey düzelecek.”
Bir baş hareketiyle teşekkür ettim.
“Her zaman emrinizdeyim.”
Sonra tepsiyi işaret ederek:
“Getireyim mi?” diye sordu.
“Şimdi istemiyorum. Durun, bir dakika… Kaç yaşındayım ben?”
Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırır gibi oldu.
“Tahminimce, yetmişten biraz fazla.”
“Hayret!”
Güven verici bir gülüşle ekledi:…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder