Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…
Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16.
yüzyılda İstanbul… Hindistan'dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla
dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı.
Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif
Şafak'ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin
derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir
aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve
beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin,
türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı,
sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…
Öyle bir hayal dünyası ki
içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun
süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.
"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış.
Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir
sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ
orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile
anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce
taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."
http://www.kitapas.com/urun/ustam-ve-ben/
14 Ara 2013
9 Ara 2013
MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE HÜRREM
MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE HÜRREM - Fairfax Downey
… karıp birer kama darbesiyle onları öldürerek “Düşman artık
size ne dünyada, ne de ahrette bir şey yapabilir” diye haykırıp cesetlerini
kızıl ateşe atıyordu. Ondan sonra aşığının kanlı mantosuna sarınıyor, onun
bıraktığı kılıcı yakalıyor ve kendisi de bir Türk mızrağıyla ölmek için ileri atılıyordu.
Bu esnada, İspanyol burcuna yapılan hücum püskürtülmüş ve burayı savunanlar
tehlikeye düşen başka mevzilere koşmuş bulunuyordu. Surun dibine büzülmüş bir
Türk müfrezesi o yerdeki istihkâmın askersiz kaldığını hayret içinde fark etti.
Bunlar surun üstüne atladılar ve hiçbir karşı koymaya rastlamadılar. Kastilya
kolunun burcu alınmıştı. Türklerin surların üstünde oldukları söylentisi hemen
dört tarafa yayılınca şövalyeler aslanlar gibi atılarak eski yerlerine
gelmişlerdi. Büyük Üstat, İtalyan burcuna Piri Paşa’nın ansızın yaptığı
saldırıyı püskürttükten sonra tekrar bu tarafın imdadına koşmuştu. Daha takviye
kıtaları yetişmeden, Osmanlılar kale duvarlarından aşağıya atılmışlardı.
Süleyman, gemi direği üstündeki sedirinden son ümidinin
mahvolduğunu görür görmez azgın bir hiddet ve kızgın bir ümitsizlik içine
düştü. Kanlar sızan kale gediklerinden bütün hücumların püskürtüldüğünü
görmüştü. Bu kadar kayıptan yüreği ezilerek, borazancılarına geri çekilme
düdüğünü öttürmelerini emretti. Rodos, Osmanlı ordusunun gözbebeği olan 20.000
insanın cesediyle döşenmişti. Kana bulanmış, bitkin bir halde, korkudan
titreyerek, vezirler ve paşalar ümitsizliğe düşmüş hükümdarın huzuruna
çıktılar. Sultanın öfkesi, Osmanlı’nın şanını söndürebilecek olan bu talihsiz
seferi o kadar arzuyla istemiş olan Mustafa Paşa’nın üzerine yığıldı. Süleyman
bu kötü talihlinin boynunun vurulmasını emretti. Cellat kılıcını kaldırarak
ilerledi. Orada hazır bulunanların hepsi imparatorluğun ikinci vezirinin
beklenmeyen ve birden gelen son anının karşısında…
Sayfa-59-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)