14 Ara 2013

ELİF ŞAFAK - USTAM VE BEN

http://kitapascom.blogspot.com/2013/12/ustam-ve-ben-elif-safak.html
Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan'dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafak'ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."


http://www.kitapas.com/urun/ustam-ve-ben/

9 Ara 2013

MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE HÜRREM

MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE HÜRREM - Fairfax Downey


… karıp birer kama darbesiyle onları öldürerek “Düşman artık size ne dünyada, ne de ahrette bir şey yapabilir” diye haykırıp cesetlerini kızıl ateşe atıyordu. Ondan sonra aşığının kanlı mantosuna sarınıyor, onun bıraktığı kılıcı yakalıyor ve kendisi de bir Türk mızrağıyla ölmek için ileri atılıyordu. Bu esnada, İspanyol burcuna yapılan hücum püskürtülmüş ve burayı savunanlar tehlikeye düşen başka mevzilere koşmuş bulunuyordu. Surun dibine büzülmüş bir Türk müfrezesi o yerdeki istihkâmın askersiz kaldığını hayret içinde fark etti. Bunlar surun üstüne atladılar ve hiçbir karşı koymaya rastlamadılar. Kastilya kolunun burcu alınmıştı. Türklerin surların üstünde oldukları söylentisi hemen dört tarafa yayılınca şövalyeler aslanlar gibi atılarak eski yerlerine gelmişlerdi. Büyük Üstat, İtalyan burcuna Piri Paşa’nın ansızın yaptığı saldırıyı püskürttükten sonra tekrar bu tarafın imdadına koşmuştu. Daha takviye kıtaları yetişmeden, Osmanlılar kale duvarlarından aşağıya atılmışlardı.
Süleyman, gemi direği üstündeki sedirinden son ümidinin mahvolduğunu görür görmez azgın bir hiddet ve kızgın bir ümitsizlik içine düştü. Kanlar sızan kale gediklerinden bütün hücumların püskürtüldüğünü görmüştü. Bu kadar kayıptan yüreği ezilerek, borazancılarına geri çekilme düdüğünü öttürmelerini emretti. Rodos, Osmanlı ordusunun gözbebeği olan 20.000 insanın cesediyle döşenmişti. Kana bulanmış, bitkin bir halde, korkudan titreyerek, vezirler ve paşalar ümitsizliğe düşmüş hükümdarın huzuruna çıktılar. Sultanın öfkesi, Osmanlı’nın şanını söndürebilecek olan bu talihsiz seferi o kadar arzuyla istemiş olan Mustafa Paşa’nın üzerine yığıldı. Süleyman bu kötü talihlinin boynunun vurulmasını emretti. Cellat kılıcını kaldırarak ilerledi. Orada hazır bulunanların hepsi imparatorluğun ikinci vezirinin beklenmeyen ve birden gelen son anının karşısında…

Sayfa-59-